Yok Oluşların Biyocoğrafyası
Dünya’nın tarihi, yalnızca canlıların evrimiyle değil, yaşamın nerede ve nasıl var olabildiğiyle de ilgilidir. Her yok oluş, bu haritada derin bir iz bırakır; türlerin ölümü kadar, yaşam alanlarının yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Yaklaşık 252 milyon yıl önce, Permiyen–Triyas döneminde, Dünya tarihinin en büyük kitlesel yok oluşu yaşandı. Sibirya’daki dev volkanik patlamalar atmosferi karbondioksitle doldurdu, sıcaklık 10°C kadar yükseldi, ormanlar çöktü.
Karbon döngüsü kırıldı ve gezegen beş milyon yıl boyunca süper-sera koşullarına kilitlendi. Bu dönemde yaşamın %80’inden fazlası denizlerde, belki %70’e yakını karada yok oldu. Ama yok oluşun ardından, yaşam yeniden örgütlendi; yaşam ağacının kırılan dalları tekrar yeşermeye başladı, başka biçimlerde, başka coğrafyalarda.
İklim değiştiğinde, yaşam da yön değiştirir.
Gondwana’nın Fosil Haritası: Triyas dönemine ait kara ve tatlısu canlılarının (Lystrosaurus, Cynognathus, Mesosaurus) ve bitki Glossopteris’in fosil izleri, Afrika, Güney Amerika, Hindistan, Antarktika ve Avustralya’nın bir zamanlar tek bir süperkıta olan Gondwana’nın parçaları olduğunu kanıtlıyor.
Kara ve Deniz: Yok Oluşun İki Yüzü
Uzun yıllar boyunca paleontologlar, Dünya’nın tarihinde beş büyük kitlesel yok oluş yaşandığını düşündüler. Ordovisyen, Devoniyen, Permiyen, Triyas ve Kretase sonu… Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, bu hikâyeyi yeniden yazıyor. Yeni fosil bulguları, özellikle kara ekosistemleri için bu “Büyük Beş” anlatısının fazla genelleştirilmiş olabileceğini gösteriyor. Çin’in Güney Taodonggou bölgesinde bulunan fosiller, “Büyük Yok Oluş”tan yalnızca 75 bin yıl sonra bitki ve hayvan yaşamının yeniden canlandığını ortaya koydu. Bu, jeolojik ölçekte göz açıp kapamak kadar kısa bir süreye eş değerdir.
Araştırmacılar, bazı kara canlılarının —özellikle bitkiler, böcekler ve tetrapodlar— bu krizleri düşündüğümüzden daha iyi atlattığını savunuyor. Tohumlar, sporla, göçle ya da mikrohabitatlara sığınarak dayanabildiler. Yani yok oluş, her yerde aynı şiddette yaşanmadı. Bazı bölgeler çöktü, bazıları biyocoğrafik sığınaklara dönüştü. Bu da bize yaşamın yalnızca evrimsel değil, mekânsal bir direnç sistemi olduğunu hatırlatıyor.
Biyocoğrafya: Yok Oluşları Haritaya Dönüştürmek
Roger Benson ve arkadaşlarının (2021) yaptığı çalışma, fosil kayıtlarını yalnızca “zaman içinde çeşitlilik” olarak değil, “zaman ve mekân boyunca çeşitlilik” olarak okumamız gerektiğini vurguluyor. Benson’a göre, fosil kayıtlarının “küresel” diye adlandırdığımız eğrileri aslında coğrafi olarak yamalı birer toplamdır. Her dönem, yalnızca belirli bölgelerin ve çevrelerin kayıtlarını taşır. Bu nedenle, “küresel çeşitlilik” eğrileri bize gerçeğin yalnızca bir kısmını anlatır. Gerçekte çeşitlilik üç düzeyde işler: Yerel düzeyde, tek bir yaşam alanında türlerin sayısı; bölgesel düzeyde, farklı yerel toplulukların bir araya gelişi; küresel düzeyde, bu bölgelerin toplamı. Ama bu toplam, sabit değildir. Kıtaların hareketi, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, deniz seviyesinin iniş çıkışları gibi etkenler türlerin coğrafi dağılımını sürekli değiştirir. Dolayısıyla yok oluş, yalnızca türlerin silinmesi değil, yaşamın mekânsal düzeninin yeniden kurulmasıdır.
Evrimin Coğrafyası: Enerji, Levhalar ve Yenilikler
Benson’un modeline göre, biyoçeşitliliği şekillendiren üç ana mekanizma vardır: iklimsel enerji gradyanları, tektonik süreçler ve evrimsel yenilikler. İklim, enerji dengesini belirler; sıcak bölgelerde yüksek enerji, daha fazla türü destekler. Tektonik hareketler, kıtaları ve dağları yeniden şekillendirir,
türlerin birbirinden ayrılmasını sağlayan doğal sınırlar yaratır. Evrimsel yenilikler —örneğin çiçekli bitkilerin ya da kuşların ortaya çıkışı— bu yeni alanları dolduran yaşam biçimlerini üretir. Tüm bu süreçler bir araya geldiğinde, yaşamın haritası sürekli değişir. Yok oluşlar, bu haritada keskin sınırlar çizer; ama aynı zamanda yeni yaşam biçimlerinin filizleneceği boşluklar da yaratır.
Yok Oluşun Coğrafyası: Yeniden Yorumlanan Bir Kavram
Artık biliyoruz ki, yok oluş yalnızca ölüm değil, coğrafi bir yeniden yapılanmadır. Permiyen–Triyas’ta ormanların çöküşü, karbon döngüsünü kırarak gezegeni uzun süreli bir iklimsel dengesizliğe sürükledi. Ama bu dengesizlik içinde yeni türler, yeni sistemler doğdu. Bu tarihsel örüntü, bugün küçük ölçeklerde yeniden yaşanıyor. Küresel iklim değişimi, yalnızca türleri değil, onların bedenlerini ve davranışlarını da biçimlendiriyor.
Küçülen Bedenler, Değişen İklimler: St. Kilda’nın Soay Koyunları
İskoçya açıklarındaki St. Kilda Adaları, bu sürecin canlı bir örneğini sunuyor. 1980’lerden bu yana adada yaşayan Soay koyunları her kuşakta biraz daha küçük hale geliyor. Verilere göre, ortalama beden ağırlığı yirmi yılda anlamlı biçimde azalmış durumda. İlk bakışta bu tuhaf bir sonuç; çünkü büyük bireyler daha çok ürer, daha uzun yaşar. Yani doğal seçilim “büyük” olmayı destekliyor gibi görünür. Ancak detaylı analizler gösteriyor ki bu değişim genetik değil, çevresel bir süreçtir. Kışlar yumuşamış, ot sezonu uzamış, açlıktan ölüm azalmıştır. Böylece küçük ve yavaş büyüyen bireyler de kışı atlatabiliyor. Sonuçta popülasyonun ortalama beden boyu düşüyor. İklim değişimi, evrimi taklit eden bir fenotipik kayma yaratıyor. Araştırmacılar, bu değişimin %88’inin çevresel, yalnızca %4’ünün genetik olduğunu bulmuş.
Bu durum bize şunu anlatıyor:
İklim, sadece türlerin “kim” olduğunu değil, “nasıl yaşadıklarını” da belirler.
St. Kilda koyunları, iklimsel rahatlamanın ekolojik seçilim üzerindeki etkisini gösteriyor. Yok oluş kadar önemli bir biyocoğrafi olgu daha var: fenotipik yeniden yapılanma veya fenotipik esneklik. Türler bazen ölmez, ama şekil değiştirir, bir nevi plastiktirler..
Günümüz: Altıncı Yok Oluş mu, Mekânsal Dönüşüm mü?
Bugün insan etkinlikleri —karbon salınımı, habitat kaybı, kirlilik, aşırı avlanma— biyosferin dengesini yeniden sarsıyor. Bazı bilim insanları, bunun Altıncı Kitlesel Yok Oluş süreci olduğunu söylüyor. Ancak mesele yalnızca tür sayısı değil; yaşamın coğrafi düzeni, enerji döngüsü ve ekolojik ağları değişiyor.
Bugün tropik ormanların yok olması, Permiyen döneminde ormanların çökmesiyle benzer bir iklimsel geri besleme yaratıyor. Karbon tutulumu azalıyor, sıcaklık artıyor, yeni bir denge noktası beliriyor.
Andrew Merdith’in sözleriyle:
“Dünya bir kez ısındı mı, geri sekmez; yeni bir denge bulur.”
Bu nedenle, hedefimiz yalnızca “Altıncı Yok Oluşu önlemek” olmamalı. Asıl hedef, yaşamın coğrafi işlevselliğini, enerji dengesini ve ekosistemlerin yeniden üretme kapasitesini korumak olmalı.
Sonuç: Yaşamın Coğrafi Hafızası
Yok oluş, yaşamın tarihinde bir son cümle değil, yeni bir paragraftır. Permiyen’in süper-serası, kara ekosistemlerinin direnci, St. Kilda’nın küçülen koyunları ve Benson’un mekânsal biyoçeşitlilik modeli
hep aynı gerçeği fısıldar:
Yaşam, coğrafyanın dilidir.
Türler, dağlar, ormanlar ve denizler bu dilin kelimeleridir.
Dünya değiştikçe, bu dil yeniden yazılır ama asla susmaz.
Burada şu noktayı da unutmamalıyız: Kitlesel yok oluşlar bir ortamdaki canlıların %75’nin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Öy
leyse hedefimizi altıncı kitlesel yok oluşu durdurmak olarak belirlersek, başarı çıtasını aşağı çekmiş oluruz. Neden mi? Çünkü bu mantıkla gidersek, türlerin %74’ünü kaybetsek bile teknik olarak başarılı sayılabiliriz. Bu, bugün için kabul edebileceğimiz bir başarı tanımı olamaz. Bugün olanın farkını iyice özümsemiz gerek, yani ölçeği. Yok oluşların zaman içindeki hızı mesela. Geçmişke bugünü karşılaştırıp bunu bugünün kriziyle yorumlamalıyız. Sonuç çok farklı bir yok oluş senaryosunun altını çizecektir.
Sorular:
1. Permiyen–Triyas yok oluşu bize yaşamın coğrafi dayanıklılığı hakkında ne öğretir?
2. “Yok oluş bir ölüm değil, yeniden yapılanmadır” ifadesi biyocoğrafik olarak ne anlama gelir?
3. Tektonik hareketler ve iklim değişimleri birlikte düşünüldüğünde, biyoçeşitliliğin mekânsal örüntüsünü nasıl şekillendirir?
4. Geçmişteki kitlesel yok oluşlarda olduğu gibi, günümüz iklim değişimi de yaşamın coğrafi haritasını nasıl yeniden çiziyor olabilir?
---
Kaynaklar
Roger B. J. Benson et al., “Biodiversity across Space and Time in the Fossil Record,” Current Biology 31, no. 19 (2021): R1225–R1236.
David Jablonski, “Extinction and the Spatial Dynamics of Biodiversity,” Proceedings of the National Academy of Sciences 105, no. 1 (2008): 11528–11535.
Helmut Hillebrand, “On the Generality of the Latitudinal Diversity Gradient,” The American Naturalist 163, no. 2 (2004): 192–211.
Arpat Ozgul et al., “The Dynamics of Phenotypic Change and the Shrinking Sheep of St. Kilda,” Science 325, no. 5939 (2009): 464–467.
John J. Wiens ve Kristen Saban, “What Counts as the Sixth Mass Extinction?” Biological Reviews 98, no. 3 (2023): 678–695.

Comments
Post a Comment